tKehlmann'ın hemen bütün yazdıklarını takip etmeye çalışıyorum. Dünyanın Ölçümü sıkı çalışılmış ve yazma uğraşı ile ilgilenlere ders niteliğinde bir kurmaca. Türkçe’deki ilk iki romanıyla taşıdığı yazınsal gücü hissettiren fakat bunu tam olarak yansıtamayan gençAlman yazar Daniel Kehlmann’ın Dünya’nın Ölçümü, bir anlamda kendisine yöneltilen hayranlık bakışlarını haklı çıkaran bir roman. Hem Aydınlanma Çağı’nın hem de romantik dönemin iki önemli ismi kaşif Alexander von Humbolt ile matematikçi Carl Friedrich Gauss’un kendilerini adadıkları bilme ve o adanmışlığın tipik bir göstergesi olan “ölçme” saplantılarıyla dünyayı anlama ve anlamlandırma çabalarını ustaca işleyen yapıt, tüm Almanya’da ve Avrupa’da iki milyondan fazla satarak Patrick Suskind’in kokusundan beri en çok ilgi uyandıran roman olma özelliğinde. tKehlmann’ın romanından önce dönemi anlamak için öncelikle aydınlanma çağının bilim adamlarına ve sanatçılarının portresine derinlikli bakmak gerekiyor. tDaha en başında , insanın içindeki merak duygusu, dünyanın ve evrenin bilinmezliklerine yüzünü çevirmişti. Çünkü sınırlar yoktu. Gökyüzü sonsuz bir güçle yeryüzüne eşlik ediyordu. İnsan tek başına ve gruplar halinde bu gizemli kosmosta gece ve gündüzü yaşadı. Sonra yağmuru, fırtınayı, sıcağı ve soğuğu hissetti. Düşmanlarından kaçtı, kendini savundu ve savaştı. Ve nihayetinde daha "güzel" bir dünyayı bulma umuduyla gemiler yaptı, uzun yollar kat etti ve sonunda uçmayı başardı. Ama yalnızca dünyanın güzelliklerine değil, kimi zaman içsel bir keşif için de yolculuklara çıkıldı. Dünyanın nimetleri yerine, içsel hazinelere ulaşmak için ölümler bile göze alındı. M.Ö. 3000 yıllarından elimize kalan Gılgamış Destanı'nında yolculuk ölümsüzlük arayışına dönüştü. Bir başka Yunanlı Odysseus'un onca badireyi atlattması değil, evine dönebilmesi önemliydi. Dante, Cennet, Araf ve Cehenmem yolculuklarında dünyanın asıl anlamını aradı. La Mancha'lı Yaratıcı Asilzate Don Quijote ve yardımcısı Sancho Panza aymazcasına karşı çıktılar bütün kurallara ve yasalara. Gulliver devler ve cüceler ülkesindeki eşitsizliklere tanık oldu, sonra gerçek bilgeliği atların ülkesinde tanıdı; Robinson ise sahip olduğu medeniyeti Cuma'ya verirken, kendi insanlığını ıssız bir adada keşfetti. Ve bütün bu uğraşlar insanın kendisiyle olan yolculuğuna kapı araladılar.tDünyayı keşfetmek, insanı keşfetmek demekti ve sonu gelmez keşifler ve hesaplamalar, insanın kendi sınırlarını aşması anlamına geliyordu. Ayakları birbirine bitişik olduğu halde, insanların kafaları üzerinden atlayan Battista Alberti, aynı zamanda madeni bir parayı katedralin tepesine kadar fırlatabiliyordu. Giralamo Cardano adında bir doktor, insanların gerçekte birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu hem bir otobiyografi kaleme alarak kendi üzerinde örneklemiş, aynı düşünceyi doğanın geneline uygulama üzere yürüttüğü kapsamlı bilimsel çalışmalarıyla ortaya koymuştu. Bütün hastalıklarını, basurunun durumunu, vücudunun her gün tamı tamına ne kadar idrar ürettiğini, cinsel uzuvlarıyla ilgili problemlerini kaydetti. Napolili Giovan Battista Della Porta adlı bilimadamı, bilmeden dürbünün, mikroskobun ve karanlık odanın mucididir. 1586’da, de Humana Physiognomonia “insan fizyonomisi hakkında” adlı bir kitap yazar; bu kitapta, hayvanların, koyun, maymun, aslan, köpek, öküz vb. yüzlerini, insan yüzlerine benzetir, bundan o insanların kişilikleri hakkında gözlemler çıkarır. tBarthelemy Cocles, 1533’te yazdığı Phsysiognomonia’da, pürsıhhat kadınlar, sıcak mizaçlı erkekler, hızlı, acımasız, haris ya da hafif ve dedikoducu erkeklerin alınlarını betimler. Jean D’İndagine, 1549’da yayımlanan Chiromancie’de korkusuz, gözünü budaktan sakınmayan, utanmaz yalancı erkeklerin ağızlarını; acımasız erkeklerin diş biçimlerini, tembel erkeklerin gözlerini betimler. tBütün bu sonu gelmez ölçme ve hesaplama isteği yeryüzünün ve insanlığın sırlarına erişme güdüsü iki bilimadamının yollarının kesişmesine neden olur. Ancak bu iki bilginin kesişen yolları, onların dünyayı kavramada birbirlerinden bütünüyle ayrılan tutumları sonucu daha da ilgi çekici hale gelir. Bir yanda oluşturduğu matematik kuramları, astronomi keşifleri, sayılar ve manyetik alan teorileriyle yaşadığı şehirden hiç çıkmayan, Gauss; diğer yanda tüm Avrupa’yı, Güney Amerika’yı ve yaşamının sonunda Asya’yı keşfeden ve onlarca yeni bitki ve hayvana adını veren Humbolt. Bu iki bilimadamı birbirleriyle örtüşmeyen doğaları olsa da, tanıştıklarında ve birbirlerinin yaptıklarından duyumlar aldıklarında, aynı yolda ilerlediklerini ve aynı ışığı taşıdıklarını hissederler.tKehlmann gerçekten de ustaca kurulmuş bu romanda tarihte onlarcası bulunan iki önemli bilim figürünün gündelik yaşamlarına berraklıkla eğilmeyi ve romanın üzerini kaplayan felsefi temelleri ustaca kurgulamayı başarıyor. Özellikle Goethe’nin Faust’uyla bilinen Neptünizm’in sadık bir temsilcisi olarak Humbolt, yersiz yurtsuz yaşamının çoğunu mağaralarda, maden ocaklarında, balta girmemiş ormanlarda, ilkel kabileler arasında, dağlarda, sivrisineklerle ve kar fırtınalarına karşı mücadele vererek geçirirken, diğer yanda zekasını henüz sekiz yaşındayken kanıtlayan Gauss’un sayısız deneyleri, düşünme evreleri, ama yerleşik bir yaşamın dayattığı aile ve ev hayatının zihnine uyguladığı baskıyla başa çıkmak zorunda kalan ve yine yalnızlaşan bir adam rölüne giriyorlar. Kehlmann’ın başarısı iki bilimadamının da yaşamına derinlikli inebilmesi, aile çevreleriyle olan uyumsuzluklarını ve iç dünyalarını kusursuz gözlemlerle derinlemesine verbilmesinden kaynaklanıyor. Çünkü bilimadamları kendilerini yaşamdan izole ederken, Faustvari bir anlaşmayla bu kez yaşama karşı, ama aynı zamanda onun için bir yolculuğa çıkıyorlar. Aşılar, katil genler, yıldızlar ve dünyanın çekici bilinmez sonsuzluğu arasında olmak onlara asıl hazları veriyor. Gerçek yaşamın ağır tehditlerine karşı, ruhlarını bütünüyle özgürleştirecekleri labaratuvarları ve gözlem alanlarını yeğliyorlar.tKehlmann’ın Patrick Suskind’in Koku’sundan sonra Almanya’da ve tüm dünyada ses getirmiş ve çok satarlardan biri olmuş romanını keyifle okuyabilirsiniz.
“Die Vermessung der Welt“ is incredibly funny. In an intelligent, refined and sophisticated way.The story is a quite simple one: Parallelly told are the lives of two German 19th-century scientists, Alexander von Humboldt and Carl-Friedrich Gauß. And you do not need any particular scientific knowledge or interest to find the book appealing. On the other hand, the story itself is not the point, it never is (at least not to me). If I had to isolate the element from which the entire beauty of this novel unfolds, it would be the style.The narrative is dynamic, fast-paced, the sentences short and often laconic. From that point of view it is charming how the oh-so-German megalomania represented in Humboldt’s and Gauß’ work is diminished by the concise presentation of it. Instead of detailed portrayals you get sketches, but they are more the sufficient to create a very human and three-dimensional image of the protagonists.The two stories are told alternately, and even though Humboldt and Gauß do not meet until the end (chronologically), there are many parallels and connections between the two of them, which creates a movie-like quality.The main feature is the exceptionally clever humour. I laughed aloud sitting alone in a room thanks to the irony and self-irony (e.g. coming from a modern-day narrator depicting the issues of 19th-century everyday life to a modern reader, yet never leaving the frame of the story). The author makes full use of every imaginable stereotype about scientists, Germans or German scientists: there is the genius reduced to a clerk, the underestimated apprentice, the life-long rivalry between ambitious brothers, aristocratic children trained for greatness from an early age, the child prodigy from a lower-class family, the ideal of creating a complete and indisputable system based on one grand idea and most of all the socially incompetent genius with a larger-than-life perception of the own persona (Hello, Sheldon) etc. A special treat are the slight but sufficient hints of intrigue and vanity in high political and intellectual circles.Intelligence, humour, sarcasm, weirdness ‒ what more could one ask for? And yes, at times it does feel like a basic version of The Big Bang Theory.
What do You think about Measuring The World (2006)?
So 200 years ago the world was a pretty big place. Not any bigger than it is now but it had the feel of a larger ball of rock as many humans were still scrambling about "discovering" places. Note - most of these places had already been discovered by the people who lived in them. They just didn't shout about it in quite the same way. It is also interesting to note that the people doing the scrambling about were, for the most part, European. Is this because all Europe-ers are massive nosy bastards? Or maybe everyone else is happy where they are, mainly because fate/god/evolution saw to it that they got a warmer and more exotic spot on the big ball of rock. Another hypothesis might be that some parts of Europe were actually quite late off the mark with regards to general international nosiness. Empires from China, Persia, Greece, Italy and the Middle East had already got a lot of wandering out of their system prior to the time many Europeans were just stretching their legs and wondering exactly what was over the next hill.The "nosey Europe-ers" in question in this book are Gauss and Humboldt, both of whom were real gentlemen who did lots of simultaneous wandering and pondering. At this point, I suppose it would be good to present people with some hard facts that I may have learned (or Googled) about Gauss or Humboldt but I don't have any so I am unable to pass comment on how much artistic license Kehlmann took with the main characters. Essentially they are both stupendously clever but Gauss is cleverer than Humboldt what with being your more bog-standard genius and all. Humboldt is pretty smart, incredibly observant and probably an early example of someone with undiagnosed low latent inhibition (if you watched Prison Break then you'll know what I mean). Humboldts determination to be a genius actually almost puts him on level pegging with Gauss who is a bit lazier and less inclined to travel outside of Prussia.Is there a moral to this slightly comedic tale of exploration by two men, both with issues? Not really. Doesn't make it a bad read though, just means you'll walk away thinking "ok well that was quite nice" rather than "wow I am a better and more well rounded sentient entity for reading that".
—Shovelmonkey1
Erzählt werden zwei Geschichten, zwei Lebensläufe. Der eine von Alexander Hum-boldt, der andere Carl Friedrich Gauß. Einfach gegen einandergeschnitten werden die Lebensentwürfe dieser beiden Wissenschaftler nebeneinander gesetzt. Der Weg zum Ziel – so wohl die Grundaussage – ist unterschiedlich. Während Gauß kaum etwas von der Welt sieht und sich jeder Veränderung verweigert, reist Humboldt durch die Welt, kein Berg zu hoch, kein Fluß zu breit.Während Gauß sich den Freuden der Liebe hingibt (neben Frau meist auch immer eine Mätresse), nimmt Humboldt weit Abstand davon, weiß er doch, dass die Knabenliebe nicht gerade gesellschaftskonform ist. Am Ende treffen die beiden wissenschaftlichen Lichtgestalten aufeinander und verste-hen sich oberflächlich kaum, erkennen aber mit der Zeit ihre enge Verwandtschaft – doch viel können sie nicht mehr daraus machen.Ja, es ist ganz unterhaltsam, wie Kehlmann das schildert und kontrastiert, man wun-dert sich etwas über die wissenschaftlichen Methoden Humboldts, während die Arbei-ten von Gauß, die wohl ein Normalsterblicher eh nicht verstehen würde, nur sehr schwach angerissen werden. Es ist ein schlichtes, einfaches Buch, nicht gerade mit Tiefgang gesegnet. Literarisch kann man es nicht hoch einschätzen, es besticht eher durch das Nebeneinanderstellen zweier großer Wissenschaftler, zweier unterschiedlicher Leben.
—Samuel
I read this back in 2007 in English, now in German for a book club. Here is my 2007 review.It is not uncommon to find fictional accounts of the lives of famous historical figures, nor of encounters between them. Kehlmann's book is unusual in its choice of personalities and in the way in which he creates an entertaining description of the two. In the late eighteenth century, Carl Friedrich Gauss and Alexander von Humboldt had both embarked on the same quest: finding a new way of measuring the world. The two heroes couldn't be more different in character and approach. Gauss believed that "a man alone at his desk" represented the real scientist whereas von Humboldt saw him as a world traveler, collecting the evidence in the field and taking measurements wherever he went. Basing himself on the historical records of their lives and work, Kehlmann has created a tongue-in-cheek intimate portrait of these two scientific giants of their time.Gauss was a child prodigy from poor lower class background. He became known as the "Prince of Mathematicians" for his mathematical genius and who wrote his major scientific work at the age of 21. His name has been attached to many scientific discoveries including magnetism and astronomy. Not much is known of his private life, though, except for the bare facts of family and jobs that he had to support himself. He treated many of his scientific deductions as too easy and commonsensical to write about, only to be annoyed when somebody else published something related. Today we would say he was a curmudgeon kind of character. Count von Humboldt, on the other hand, came from a well-off aristocratic family and was spoiled for options what to do with his life. He and brother Wilhelm, a diplomat and linguist, have been a household name then and now, at least in German speaking countries. Alexander's work as a naturalist and explorer were well publicized during his lifetime. He was the first to explore the geological and botanical diversity of remote regions of Central and Latin America and wrote detailed scientific reports about his findings. He is seen as one of the fathers of biogeography. Later on, his travel bug took him all the way across Russia and almost to China. Late in life, the geniuses meet at the 1828 science congress in Berlin. However, the encounter didn't quite live up to the expectations built over many years of knowing of each other's work in the same area of science.Kehlmann brings his subjects close to the reader by focusing on a series of episodes from each of their lives, alternating between the two. Written in a lively style, he endears us to their personalities, bringing out their strengths and foibles. He introduces us to their scientific findings in a light-hearted easy-going way that capture the essence without overburdening the reader. Rather than creating long section of dialogue, he lets his protagonists express themselves in indirect dialogue. Allusions to contemporary events and issues are sprinkled throughout the narrative and add an often funny commentary. Measuring the World is a great read and highly recommended.
—Friederike Knabe